6 Ağustos 2012 Pazartesi

söz uçar, yazı kalır; gelincikler karanfillenir!




nereden başlamalı?  yazmaya değil tabii ki, okumaya. ne de olsa "okumadan bilen"  olduğumuzu söylemiş şair- ne de çok söylemişler her şeye dair- onlara dair ise;  kelimelerinden başka kaybedecekleri yoktur, denilmiştir, belki. okumadan  bilebildiğimize göre yazı ve yazmak da...
millet demişken,  çanakkale bahar ile beraber muhteşem bir gelincik şöleni muştuluyor. gelincikler: çanakkale savaşı şehitlerinin kanlarına tekabül ediyor, yöre halkınca. her yerde gelincikler olması da savaşın vahametini gözler önüne sermekte. sonrasında gelincikler karanfillenip, kaynatılıyor ve reçel yapılıyor, afiyetle de yeniyor.
mesele basit aslında, osmanlının düşmanının boynunu keserek hayatını sonlandırma durumu; yani boynu kesilenin canının çabuk çıkması ve acı çekmemesi amaçlanıyor. bir çok kişinin istemeyeceği bu ölüm anının vahşeti altında yatan muazzam bir merhamet hissi. öncesinde gelincikleri henüz tomurcukken toplardık ve birer birer açardık o tomurcukları. eğer pembe çıkarsa; nişanlı bir gelincik,  kırmızı çıkarsa; gelincik bir gelincik, beyaz çıkarsa; gelin bir gelincik. sonra sansargillerden bir gelincik, balığı da kuşu da var: gelincik...
gelincik elden ele,
dokunduğu her dilde ufak bir kesik
her zihinde bir tomurcuk
ve birbirini göremeyen gelincikler bahçesi
nereden okumaya başlamalı bilmiyorum ama okuduklarımızın bizde ne olacağı çok daha önemli
olsa gerek; belki beyaz, belki pembe, belki de kırmızı. kim bilir sarı bir başak; belki anne,
belki anadolu, belki de aşk.
bu arada unutmadan; bu yazı burada kalacak, kalmaya mahkum. nitekim söz uçar, kanatları vardır,
yazı ise kalır. her birinizle sözleşebilmek dileğimle...( seninle, bir sen varsın zaten orada)