Bu blogu oluştururken Umutla ,bir umut, sizlere o süpersonik
edebiyat zevkimizden, okuduklarımızdan, sevdiklerimizden, sevemediklerimizden
tadımlık parçalar sunacaktık. Pek çok Serdar Ortaç dinleyicisii, romantik
komedi sevicisi, facebookta yer bildirimi yapmakta hiçbir beis görmeyen insan
kişileri bir şey anlamayacaktı söylediklerimizden; ama biz çok iyi bir şey
yaptığımızdan emin, harıl harıl yazacaktık.
Fakat olmadı. Çünkü ben deli gibi çalışıyordum ve okuduğum
izlediğim dinlediğim şeylerin bir bok kimseye faydası yoktu. Gerçi ödül mödül
alıp para kazanmış bir insandım yazdıklarımdan. Kredi kartımın kol gibi
ekstresini temizleyecek olma düşüncesi bile beni yazmaya sevk ediyordu
şimdilerde. Faulkner gibi hissetmiyor değildim kendimi hani. Faulkner’a sormuşlardı bir gün. “Niçin
yazıyorsun?” Kumarbaz, zevk düşkünü, atları seven, sefa pezevengi yazarımızın cevabı açıktı. “Daha iyi bir at
alabilmek için...” Umut’u bu işlere bsevk eden neydi, ondan emin değilim. O da
şimdilerde deli gibi çalışıyordu. Vaktiyle evden günlerce çıkmadan; psikopat
gibi, ev kızı gibi, sokak fobisi varmış gibi kitap okumuşluğu olsa gerekti. Belki
de bünyesine o kadar fazla gelen bilgiyi kusmak istiyordu. Çünkü bilgi ağırdır;
paylaşmadıkça insan etine yapışır, insanı ağırlaştırır, çürütür.
Olmaması için birkaç
neden daha oldu. Olmayacaklara neden bulmak pek kolaydı çünkü. Mesela ben iş
değiştirdim. Ceketin yan cebinden çıkıp iç cebine girmek gibi bir şeydi
yaptığım ama sanki hayatımda çok büyük bir değişim yaşamış, insanlık kaderini
etkilemişim gibi davrandım. Birkaç radikal karar aldım. Birkaç adam sevdim,
hatta bir tanesine “hah” dedim ; fakat “ah” a çevirdim. Bir ah çekimi mutsuzluğu
iliklerimde hissettim. Şehirlerden, şiirlerden geçtim, yol üstlerinde
soluklandım. Yaşadığımı hisseder gibi oldum ama sadece çürümeyecek kadar
yaşıyordum.
Umut ise liseden başlayıp ömrünü yola çeviren hikayelerle
uğraşmakla meşguldu. Yaşamına bu kadar kuvvetli eden yol metaforuna süpersonik
yorumlar getiriyorduk. Tarikat sözcüğünün kökenini oluşturan, tarik yol demekti mesela. İslamiyet, teslimiyet
diniydi ve bu yolda teslim olmak da...Tamam tamam, kafa şişirdim. Fakat son
olarak diyeceğim şuydu. Ne kadar yol gittiğimiz durunca anlaşılıyordu; hayat
ise bu beylik cümlelerimize aldırış etmeden bizi başka yollara sürüklüyordu.
Yolun sonunda ben vardım. Tepenin ardındaki bendim. Ya da yerin altındaki. Her şeyin sonundaki. Bulamadığım, ulaşamadığım ben. Bir nokta
olan ben. Sonra o noktadan sonra bir nefes soluk alabilen ben. Sonunda ben.
Başında ben.
Peki ya sen, sevgili okuyucu,beni görmen için daha ne
yapmalı?